KURUMSAL \ HABER VE DUYURULAR
Güney Doğu Anadolu Gezisi - Bilal DOĞAN
GÜNEYDOĞUANADOLU GEZİSİ-20-24 ŞUBAT 2020
Kıymetli Arkadaşlar!
Dört günlük güneydoğu gezimizin baştan sona durumunu özetleyerek sizlere sunuyorum. Ben her gittiğim turu bu şekilde yazılı hale getiririm ve hatıra olarak çıktısı fotoğraflarla beraber arşivimde kalır. Bu hızlı ve tatlı gezimizi de geçici hayatımızda bir anı olarak hatırlanması amacıyla özetledim.
Elbette öncesinde bu geziye ön ayak olan, sebep olan ve organize eden başta Faik bey olmak üzere emeği geçen herkese teşekkür ederiz. Zira bu tür geziler çok önemlidir. Kuranda ‘Yeryüzünü gezin görün ki, Allah’ın yaptıklarından ve nice gelip geçen kavimlerin sonundan ibret alın’ buyurulur. Hadiste de ‘Seyahat edin ki, sıhhat bulasınız’ buyurulur. Bunlar biz insanlar için önemli uyarılardır. Çünkü yaşadığımız dünyada birçok meşakkat içerisinde stresli ortamlarda bulunuyoruz ve bu yüzden ruhumuzun da, bedenimizin de değişikliğe ve dinlenmeye ihtiyacı olmaktadır. Buna uygun yaşayan daha sağlıklı olur ve doktora da daha az gider. İşinde de daha başarılı olur. Allah ve Peygamber bize bunu boşuna tavsiye de etmez. Hala bu tür gezilere verilen paraya acıyanlar yanılgı içerisindedirler. Burada, teklif ve gezi de sadece yapılanları yazdığım bilinmelidir. Rabbim tekrarını nasip eylesin.
1. Gün (20- Şubat-Perşembe) : Stuttgart – İstanbul – Diyarbakır (konaklama Diyarbakır)
Yolculuk Stuttgarttan öğle öncesi başladı İstanbul aktarmalı olarak Türk Hava Yolları ile saat 00.55 te Diyarbakır’a varıldı. Havalimanında Çıra Tur yerel rehber ve acente görevlileri tarafından karşılama yapıldıktan sonra önce bir et-ciğer pişiricisi de olan çorbacıya gidildi. Gecenin o saatinde çorba, et, ciğer, salata çeşitleri, turşu ve içeceklerle karınlar doyurulduktan sonra istirahat için otelimize transfer gerçekleşti. Oda kartları alındıktan sonra yerleşme işi de tamamlandı. Hava sıcaklığı gezi için gayet uygun görünüyordu. Otel, Mittiaia Regency 4 yıldızlı ve yeterli bir oteldi. Kahvaltısı da zengindi.
2. Gün (21 Şubat-Cuma) : Diyarbakır Gezisi – Diyarbakır Surları – Urfa Kapı – Mardin Kapı – Keçi Burcu –Ulu Camii – Cahit Sıtkı Tarancı Evi – On Gözlü Köprü – Hasankeyf – Midyat – Telkâri Ve Gümüş Atölyesi –Konuk Evi: (Konaklama Mardin)
Sabah az uyumalarına rağmen bir grup arkadaşımız yürüme mesafesinde ve yakın olan Diyarbakır Ulu camiine sabah namazına gittiler ancak Şafiiler namazı erken kıldıkları için farza yetişemediler. Buna rağmen bu kardeşlerimiz yeryüzünde İslam âleminin 5. Mescidi olarak bilinen Ulu Camide sabah namazının tadını tatmışlar, sevabı da kapmışlardı. Rabbimiz kabul etsin. Otelimizde alınan güzel-zengin sabah kahvaltısının ardından Diyarbakır gezimiz başladı. Rehberimiz Kenan beyin tur ile ilgili genel bilgileri ve Diyarbakır hakkındaki tarihi ön bilgilerinden sonra Tur’a Almanya dan katılan 28 kişi ile Türkiye den katılan 2 kişi olmak üzere 30 kişinin birbiri ile tanışması sağlandı. Daha sonra otobüs ile gidilebilecek yere kadar gidildikten sonra yaya olarak güzelim Türk bayraklı flama eşliğinde rehberimizin peşine takıldık.
Diyarbakır Surları ve İç Kale
İlk olarak Diyarbakır Surlarına gidildi. Bundan önce şehir içinde ve lokanta yanında bulunan ve surların devamı olan dağ kapısı görüldü ve daha sonra iç kaleye de geçilen esas surlara ana kapıdan girildi. Buraya içkale deniyor. Burasını ve surları ilk yapan Romalılardır. Esas surların içinde ayrı bir sur ile çevrilidir. Surlar ve içkalenin başlangıcı milattan önce 6.000 yıl öncesine dayanmaktadır ki, bu günümüzden 8.000 yıl öncesi demektir. Diyarbakır surları; 5,5 km uzunluğu ile Çin seddinden sonra dünyanın ikinci en uzun surlarıdr. Ancak yüksekliği ve genişliği ile dünyada birincidir. Bahçede sur girişinde kısa bir bilgilendirmeden sonra da oradaki ziyaretler başladı.
Dikkat çekici olan bir husus vardı. Bir kısım bayan esas iç surlarda ellerinde cüzlerle para ile Kuran okutacak insan bekliyorlardı ve yol üzerinde duruyorlar Kürtçe insanlara kendi okuma reklamlarını yapıyorlardı. Hakikaten ilginçti aynen bazı yörelerimizde mezarlıklarda da buna benzer ortamlara rastlandığı gibi. İçkalenin solunda Artuklu kervansarayı vardı uzun bir dönem hapishane olarak kullanılmış. Daha sonra emniyet, adliye ve jandarma askeri binası olarak kullanılmış şimdilerde ise valilik çalışma ofisi ve müzedir.
Hz. Süleyman Cami
Hz. Ömer zamanında Diyarbakır’a akın eden sahabe zamanından kalma yerin üzerinde 1155-1160 yılları arasında yapılan Hz. Süleyman Cami’de en önemli tarihi mekânlardan biridir. Nisanoğlu Kasım tarafından yaptırılan Caminin avlusunda, Diyarbakır’ın fethi esnasında şehit düşen 27 sahabenin yattığı “Meşhed” bulunuyor. Caminin adı Halid bin Velidin oğlu Süleyman’ın adından gelir ki o da bu şehidler arasındadır. Minaresi çok yüksek ve ilginç bir mimari yapıya sahiptir. Son yapılan restorasyon çalışması ve çevre düzenlemeleriyle turistlerin yoğun ilgi gösterdikleri tarihi mekanlardan biri olarak mutlaka görülmesi gereken yerdir.
Keçi Burcu
Burç Mardin kapı semtinde yer alır. Güneş tapınağı üzerinde kurulmuş olan bu burcun kesin yapım tarihi bilinmemekle birlikte, üzerinde yer alan kitabeden Mervaniler tarafından onarıldığını öğrenmekteyiz. Hevsel Bahçeleri’nin, tarihi Ongözlü Köprü’nün, Dicle Nehri’nin, Kırklar Dağı’nın, Seman Köşkü’nün (Gazi Köşkü) ve Sur İçi’nin panoramik açıdan izlenebileceği en muhteşem noktalardan biridir. Diyarbakır Surları üzerindeki en eski ve en büyük burçtur. Burcun içinde ön kemerinin taşı üzerinde bulunan kuş figürü dikkat çekmektedir. İçinde geçmişte zindan olarak kullanılan bir bölüm vardır. Burç 2004 yılında Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü tarafından restore edilmiş, halen sergi alanı ve resepsiyon salonudur.
Hevsel Bahçeleri
UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne giren Hevsel Bahçeleri eşsiz güzelliği ile Diyarbakır surları ve Dicle Nehri arasında, tarımın ana vatanı olarak kabul edilen nadide mekânlardan biridir. Hevsel Bahçeleri. Mezopotamya’nın tahıl ambarı kabul edilir ve bu topraklarda halen tarım yapılmaktadır. Mardin Kapı civarındaki çay bahçelerinin manzarası o muhteşem güzelliğin seyrine fırsat vermektedir.
Ulucami
Gazi Caddesi’nde Hasan Paşa Hanı’nın karşısında yer almaktadır. Anadolu’nun ilk camisi, İslam âleminin ise Kâbe- Mescidi Nebevi-Mescidi Aksa-Şam Emeviye Camiden sonra beşinci Harem-i Şerif’i olarak kabul edilir. İlk başta Pagan dönemine ait bir tapınak iken, daha sonra Mar Toma adıyla kilise olarak kullanılmış olan yapı, kentin 639 yılından sonra Müslümanların egemenliğine geçmesi sonucunda Cami-i Kebir adıyla camiye dönüştürülmüştür. Ulu Cami tarihin bütün dönemlerinde önemini korumuş, bugün de Diyarbakır’ın en önemli camisi ve ziyaretgâhı durumundadır. Cami, yangınlar sonucu meydana gelen tahribat ve yıkımlardan dolayı birçok kez onarımdan geçirilmiş, en kapsamlı onarım ise 1091 yılında Selçuklular döneminde yapılmıştır. Daha sonra Anadolu Selçuklu Sultanı Gıyaseddin Keyhüsrev, Artuklular döneminde Melik Salih, Akkoyunlu Sultanı Uzun Hasan, Osmanlı Padişahı IV. Mehmed tarafından ve son olarak 1975-1977 tarihlerinde Vakıflar genel müdürlüğü tarafından kapsamlı bir onarımdan geçirilmiştir.
Cami ve külliyesi, bütün bu dönemlerin izlerini taşır. Caminin dört ayrı cephesi İslam’ın dört ana mezhebine ayrılmıştır. Şamdaki Emeviye Camiinde olduğu gibi. Günümüzde de Hanefi ve Şafiiler iki ayrı mekânda ibadetlerini sürdürmektedirler. Caminin şu an Hanefiler bölümü olarak kullanılan bölümü, kiliseden camiye dönüştürülen esas bölümdür. Avlunun doğu ve batı kasımında iki katlı iki ayrı Mesudiye ve Zinciriye medreseleri bulunmaktadır. Mimari açıdan Şam’da bulunan Emeviye Camisi’nin Anadolu’ya yansıması olarak yorumlanır. Binanın iç ve dış sütunları ve birçok malzeme eski tapınak ve kiliseyi işaret etmektedir. Yakın zamanda tekrar esaslı restorasyonu tamamlanan yapı aynı işlevi ile kullanılmaktadır.
Dört Ayaklı Minare
Diyarbakır’ın tarihi ve en ilginç mekânlarında biri olan ve Şeyh Muhtar Camisinde yer alan 4 Ayaklı Minare, 1500’lü yıllarda Akkoyunlu Sultanı Kasım Bey tarafından yaptırılmış ve Anadolu’da başka bir örneği yoktur. 4 Ayaklı Minarenin yekpare şekilde tasarlanmış mimarisi dikkat çekicidir.
Hasan Paşa Hanı
Gazi Caddesi’nin üstünde, Ulu Cami’nin karşısındadır. Diyarbakır’ın günümüze kadar ayakta kalmayı başarmış en büyük ikinci hanıdır. 1572-1575 yılları arasında, Vezir-î Azam Sokullu Mehmet Paşa’nın oğlu Hasan Paşa tarafından yaptırılmıştır. Bodrum katıyla birlikte, üç katlı ve avluludur. Basık kemerli bir kapıdan geçildikten sonra beşik tonozlu kısımdan avluya çıkılmaktadır. Avlunun ortasında sütunlu ve üstü kubbeli bir şadırvan bulunmaktadır. Bu hanın batı ve güney kapılarında tarihi iki yazıt bulunur. Bodrum katı gelen kervanların hayvanları için ahır olarak kullanılmıştır. 1613 yılında Diyarbakır’a gelen Polonyalı gezgin Simeon, handan; “500 beygiri rahat barındıracak, üç katlı kâgir, şadırvanlı ve pek çok odalı bir yapı” olarak bahseder.
Cahit Sıtkı Tarancı Müzesi
Cami-i Kebir Mahallesi’nde yer alan müzeye, ahşap bir kapıdan ve dar bir koridordan geçilerek girilir. Ünlü Şair Cahit Sıtkı Tarancı’nın 1910 yılında doğduğu bu ev, Diyarbakır sivil mimarisinin en iyi örneklerinden birisidir. 1937 yılında Kültür Bakanlığı tarafından satın alınarak onarılmış, 1973 yılında Cahit Sıtkı Tarancı anısına müze olarak hizmete açılmıştır. Şairin şahsi eşyaları, el yazısı ile yazılmış mektupları, aile fotoğrafları, kitapları ile birlikte 18. ve 19. Yüzyıl Diyarbakır yöresine ait etnografik eserler sergilenmektedir. Yapı haremlik ve selamlık olmak üzere iki bölüm halinde inşa edilmiştir. Mevsim şartları göz önünde tutularak, güneye bakan taraf yazlık, kuzeye bakan taraf kışlık, doğuya bakan taraf ilkbahar ve batıya bakan taraf sonbaharlık olarak planlanmış ve odalar mevsimlere göre kullanılmıştır. Yapının tamamı 14 oda, avluya açılan bir mutfak, kiler ve tuvaletten oluşmaktadır.
On Gözlü Köprü
Yürüyüşlerimiz bitince otobüsümüze bindik ve On gözlü köprüye geldik. Yolda sağ tarafta bahçeler üstünde heysele ve köprüye bakan Gazi köşkü vardır ki, Mustafa Kemal geldiğinde burada kaldığı için bu adı almıştır. Köprü üzerinde davulcular ve zurnacılar harika bir müzik resitali sunuyorlardı ki, bizim arkadaşlar da halay çekerek tat katmışlardır. Köprü, Dicle Nehri’nin üstünde, Mardin Kapı’nın 3 km aşağısında, eski Mardin yolu üzerinde, kırklar Dağı’nın eteğinde yer alır, Dicle Köprüsü ve Silvan Köprüsü olarak da bilinir. Bazı kaynaklarda köprünün 515 yılında 1. Anastasias döneminde yapıldığı, 742-743 tarihlerinde Emevi Halifesi Hişam’ın yıkılmış köprüyü onardığı belirtilmektedir. Fransız mimar ve arkeolog Albert Gabriel köprünün antik çağ eseri olduğunu ileri sürer. Köprünün güneybatı bölümünde ilk üç gözün arasında yer alan kitabeye göre, 1065-1067 yıllarında Mervaniler tarafından yapılmıştır. Mimarı, Sancaroğlu Ubeydoğlu Yusuf’tur. Yapı bazalt taşlardan, düz bir şekilde inşa edilmiş ve 10 gözden oluşmuştur. Köprünün ortasındaki üç gözün üstü dar, batı tarafındaki beş gözün döşemesi ise daha geniştir. Köprünün uzunluğu 172 metredir.
Batı kısmından başlayarak ilk beş gözü yaklaşık 10 metreyken beşinci gözden itibaren genişliği 4 metre azalarak 6 metre olmaktadır. Büyükşehir Belediyesi tarafından tarihî önemi nedeniyle trafiğe kapatılıp az ilerisinde yeni Mervani Köprüsü inşa edilmiştir. Dicle nehri muhteşemdi köprü ayaklarında. Günlerden Cuma idi ve tekrar yola koyulduk ve Cuma Namazını Bismil’de kılmaya karar verdik. Bismilde yol üzerinde Akpunar Camiinde Cuma namazını kıldık ancak öncesinde Kürtçe vaaz da dinledik. Güzel olanı ise hutbenin hem Türkçe hem de Kürtçe okunmasıydı.
Hasankeyf
Öğle yemeğimizde Batmanda güzel bir lokantada yöresel yemekler aldıktan sonra antik çağın ilk yerleşim alanlarından biri olan Hasankeyf’e vardık. Dicle Nehri üzerine kurulan Ilısu Barajı nedeniyle sular altında kalacak olan şehirde eski eserlerden azı kalmış, mağaralar ve tarihi köprü ile eski kale ve seyir yerlerini uzaktan ancak görebildik. Yeni Hasankeyf’in muhteşem bir şekilde yeni yerine hem de büyük masrafla kurulduğunu ve ünlü cami ve türbe ile bazı eserlerin bu yeni şehre yine çok ciddi masraflar taşındığın bizzat gördük. Acaba bu barajı buraya yapmak bu kadar mı mecburi idi bir başka yer olsa da hem tarih orada kalmasa hem de bu kadar masraf olmasaydı diye içimizden ede geçirdik. Taşınan tarihi Camiyi uzaktan görüp Kör Zeynel Bey Türbesini de fotoğrafladıktan sonra 1116 yılında Artuklu Hükümdarı Fahrettin Karaaslan tarafından yaptırılan Tarihi Köprüye ve oradaki biriken su kenarına geldik. Hasankeyf gezimizi Dicle kenarında çay ve kahve içerek tamamladık.
Midyat
Sonrasında bu güzel yerden ayrılarak güzel manzaralar seyrederek akşamüstü Midyat'a ulaştık. Eski Midyat’a giderken yol üzerindeki gümüş telkâri mağazasına uğrayıp alışveriş yaptık, meşhur Artuklu kahvesi, mavi badem şekeri vs de aldık. Bundan sonra ilk durağımız ise birçok dizinin çekim alanı olan ve şu anda da Hercai dizisinin çekildiği Midyat konukevi oldu. Sivil mimarinin en güzel örneğini gördük ki, Midyat’ta bu muhteşem eşsiz mimaride birçok konak olduğunu da fark ettik. İki adet manastırı ise sadece akşam karanlığında uzaktan görebildik. Akşam namazlarımızı yine tarihi bir Camide kıldıktan sonra otobüsümüze binip yola koyulduk ve Akşam yemeğine Mardin’e ulaştık. Mahalli Yemekler yedikten sonra yağmurlu bir havada oradan da otelimiz Hilton Garden’e geçtik.
3. Gün (22 Şubat-Cumartesi): Mardin Deyr-ul Zafaran Kilisesi- Kasimiye Medresesi - Ulu Camii - Abbarlar - Ptt Binası – Şanlıurfa Göbekli Tepe- Balıklı Göl - Hz. İbrahim'in Doğduğu Mağara – Akşam yemekli sıra gecesi ve Gaziantepe hareket: (Konaklama Gaziantep)
Sabah otelimizde aldığımız kahvaltı sonrası, Mardin gezimize başladık.
Deyr-ul Zafaran Manastırı
Manastır kompleksi Dinlerin ve Dillerin buluştuğu, Süryani'sinden, Arap’ına birçok farklı kültür ve İnanç birleşimi olan Mardin, taş işçiliği ve kentsel dokusu ile ziyaretçilerini büyülüyor. Zira eski şehrin en iyi korunup yaşatıldığı yerdir Mardin. İlk önce Deyr-ul Zafaran Manastırına gittik. Süryanilerin 1000 yıldan fazla bir zaman Patrikhane merkezi olan Deyrul Zafaran Manastırını gezerken 4000 yıllık Sır-Güneş tapınağını, şifahaneyi, Kiliseyi ve vaftizhanesini Süryani rehber eşliğinde gördük. Almanya Göppingen den tanıdığımız Süryani Metropolitan Habip beyin gezimizden bilgisi vardı. Buradaki papazı aramış ve bize çok ilgi gösterdiler, çay ikram ettiler gayet şen bir sohbette oluştu. Muhteşem bir tarih etrafında, zeytinliği, meyveliği ve manzarası da harikaydı. Buradaki dükkândan da biraz alışveriş yaptıktan sonra otobüse bindik ve Kentsel sit alanı olan ve koruma altına alınan Eski Mardin'e ulaştık.
Eski Mardin- Kasımiye Medresesi
Buradaki gezimize öncelikle Kasımiye Medresesinden başladık. Medresenin avlusunda bulunan küçük havuz, yapıya serinlik vermesinin yanında insana da göz ve ruh dinginliği katmaktadır. Ayrıca bir de hikâyesi vardı. Selsebil adı verilen çeşmenin ilk önce 120 cm den döküldüğünde bu ilk küçük havuzda bir insanın doğumu gerçekleşiyor. Suyun yolda giderken uğradığı ikinci Havuz çocukluğunu, üçüncü ve uzun havuz hayatını, uzun havuzun sonundaki dar bölüm ihtiyarlığı ve döküldüğü büyük orta havuz da ölüm sonrası ahiret hayatını temsil ediyor. Kasımiye medresesinde banisi ve kız kardeşinin türbeleri ve camisi ile iki katlı çok muazzam bir medrese de söz konusu idi. Mimarisi de olağanüstü muhteşemdi ki, kapısı Divriği Ulu Caminin kapısını hatırlatıyordu. Medresenin avlu duvarına bitişik daha küçük mütevazi bir yapı olan zaviye de vardı. Yani şeriat ve tarikat yan yana idi.
Ulu Camii –Camii Kebir
Daha sonra Mardin Ulu Camii'ye Gittik. Mardin'in en büyük Camisi ve Camii Kebir de olarak geçen Ulu Cami çok eskilere dayanıyordu. 900 yıllık bir eserdi. Burada da Şafi ve Hanefiler için Cami ikiye bölünmüştü. Bilhassa minaresi çok muhteşemdi. Bir ortaokul delikanlısı minare hakkında çok güzel bir özet bilgi sundu. Minarede su damlası şeklinde içi yazı dolu yapılar ve belden üç boğum var ki onların da bir anlamı vardı. Buralarada Allahın 99 ismi ve Ayetelkürsi de yazılıydı. Bu minareden çift olduğu ancak Moğollar tarafından yıkıldığını da söyledi. Daha sonra içeri girip her yerde yaptığımız gibi iki rekât namaz kılıp resim çektik ve oradan eski Mardin’in eşek geçebilecek sokaklarından ve eski çarşı içinden yürüdük. En çokta sabuncu gördük hem de çok çeşitli renklerde. Yürüyüşümüz esnasında Şehidiye medresesini, eski muhteşem yapı PTT binasını ve Mardin müze binasını da gördük.
Mardin’de Çabuk Cami ve türbesi de ilginçti. Zira peygamberimize postalık yapmış bir sahabinin lakabı idi ve Cami taa o zamanlara aitti. Yani burası Hz. Ömer zamanında fethedildiğinde o posta burada şehid olmuştu ve kabri de içerideydi. Daha sonra öğle ayaküstü bir şeyler atıştırdıktan sonra dolmuşlara binerek otobüsümüzün bizi beklediği yere gittik. Zira eski Mardin’e büyük araçlar giremiyordu. Bir de buradaki taksilerin renkleri de farklı ve sarı beyazdı. Buradan da biraz alış veriş yaptıktan sonra Şanlıurfa'ya hareket ettik. Yolda otobüste, rehberimiz Kenan ve ben her fırsatta istenildiği sürece kendi uzmanlık alanımızda arkadaşlarımızı bilgilendirdik, sorularını cevaplandırdık.
Şanlıurfa Gezisi - Göbekli Tepe
Şanlıurfa’da şehre girmeden önce Göbekli tepeye gittik. Arkeoloji dünyasının tarihi açıdan en eski ve en büyük keşiflerinden biri olan Göbeklitepe, Şanlıurfa’ya 20 km uzaklıktaki Örencik Köyünde yer alıyor. Dünya tarihinin yeniden yazılmasına ve bu alanda yeni araştırmalar yapılmasına neden olan Göbeklitepe, 12 bin yıllık geçmişi ile “Tarihin sıfır noktası” olarak tanımlanıyor. Malta’daki dünyanın eski tapınaklarından Hypogeum Tapınağı’ndan 7 bin yıl, Mısır Piramitleri ve İngiltere’deki Stonehenge’ten neredeyse iki kat daha eski. Göçebelikten yerleşik hayata geçerken, kentlerden önce tapınakların inşa edildiğinin kanıtı burasıdır. Tapınma amaçlı törensel alanlara ait mimari kalıntılar, dikili taşlar ve üzerinde kabartmalı yabani hayvan ve bitki figürlerinin bulunduğu taşlar gün yüzüne çıkartılmış. Tapınakları inşa edenlerin kim oldukları hâlâ tam olarak bilinmiyor. Dünyanın bu en eski tapınağı UNESCO Mirası Listesinde yer alıyor. Urfa da gezilecek yerler listesindeki en değerli yerlerden birisi oldu. Ancak bu tepe gibi 20 tane daha olduğu ikincisinin de kazıldığı öğrenildi.
Şanlıurfa
Sayısız medeniyete ev sahipliği yapan, açık hava müzesi görünümündeki bir Anadolu kentidir. Fırat ve Dicle nehirlerinin hayat verdiği deltada kurulan, insanlık tarihinin en eski yerleşim yerlerinden biri olan Şanlıurfa, zengin kültürel mirası ve arkeolojik kazılarda elde edilen buluntularla gezilecek görülecek çok sayıda yere sahip. Suriye ile sınırı bulunan Şanlıurfa, geniş düzlüklerden oluşan bereketli topraklara sahiptir. Şanlıurfa, inanç, kültür ve gastronomi turizmi için büyük potansiyele sahip. Yukarı Mezopotamya’da yer alan, İbrahim Peygamber’in doğduğu ve ateşe atıldığı kent, Hz. İsa’nın kutsal ilan etmesi nedeniyle de ayrı bir önem taşıyor. Urfa, dünya tarihinin yeniden yazılmasına neden olan Göbekli Tepe’nin de bulunduğu kent. Şehir merkezinde bölge kültürünü yansıtan tarihi çarşıları, yıllara meydan okuyan sivil mimari örnekleri, her biri ayrı güzellikteki 17 müzesi, harika yemekleri ve tatlıları ile Şanlıurfa, Güneydoğu’da mutlaka ziyaret edilmesi gereken şehirlerden.
Balıklıgöl,
İbrahim Peygamber’in ateşe atıldığında düştüğü yer olarak bilinen, Urfa’nın simgesidir Balıklıgöl. Ayn zeliha ve Halil-ür Rahman göllerinden oluşuyor. Kutsal olduğuna inanılan balıkları ve çevrelerindeki tarihi eserler ile Balıklıgöl, Şanlıurfa’ya gelen herkesin mutlaka uğradığı bir yerdir.
Şanlıurfa Kalesi
MÖ 10 bin yıllarına uzanan zengin bir tarihi geçmişe sahip Dambak Tepesi’nde bulunur. İbrahim Peygamber’in ateşe atıldığı tepe olarak biliniyor. Kale üzerindeki iki taş sütunun Hz. İbrahim’in ateşe atılmasında mancınık atmak için kullanıldığı rivayet ediliyor. Romalılar tarafından kurulmuştur. Hz. İbrahim’in doğduğu ve beyaz bir ceylan tarafından beslendiği, diğeri de annesi Zeliha’ya ait olduğuna inanılan mağaralar kutsal kabul ediliyor. Kale, Balıklıgöl’ü de gören hoş bir şehir manzarasına sahip.
Ulu Camii
Şanlıurfa’nın Ulu Camii’ni diğer camilerden farklı kılan özelliği, başlangıçta Şaman dinine ait bir tapınak olarak kurulmasıdır. Hıristiyanlığın yayılmasıyla Süryani kilisesi olarak “Kızıl Kilise” adını almış, İslamiyet’in yayılmasıyla da cami haline getirilmiştir. Mermer sütunlarının kırmızı renginden dolayı Kızıl Kilise olarak da anılan yapı, 1170-1175 yılları arasında Ulu Cami’ye dönüştürüldü. Caminin minaresi Cumhuriyet döneminde eklenen saat ile saat kulesine dönüştürülen cami, bu özelliği ile şehrin tek saat kulesine de ev sahipliği yapıyor. Güzel ve çok eskiyi hatırlatan bir ortam vardı.
Sıra Gecesi
Akşam namazını kıldıktan sonra sıra gecesi ve yemek programı için eski bir hamam olan Sembol Ocakbaşı restorana gittik. Gerçekten yaklaşık 3,5 saat (19.30-23.00 arası) güzel canlı müzikli, çorbalı, çeşitli baharatlı mezeli, içecekli, çiğ köfteli, muhteşem lahmacunlu, içli köfteli, karışık ızgaralı ve billuriye tatlısı eşliğinde bir akşam geçirdik. Sınırsız çay ve su vardı. En sonunda çıkarken de acı kahve Mırra verildi. Daha sonra da Otobüslerimize bindik ve Cumartesi akşamını pazara bağlayan gece 2 saatlik bir yolculuktan sonra 00.20 de Gaziantep teki Shimall Hotel adlı otelimize geldik.
4. Gün (23 Şubat Pazar): Birecik- Kelaynak Kuşları - Halfeti- Halfeti Tekne Turu - Fırat Nehri - Rum Kale – (Konaklama Gaziantep)
Birecik- Kelaynak Kuşları
Ertesi gün yine muazzam bir kahvaltıdan sonra Gaziantep’e yakın ama Şanlıurfa’ya uzak ancak Şanlıurfa’ya bağlı Halfeti’ye gittik ki. Mesafe 60 km idi Gaziantep’e. Yolda Nizip ve Birecik’ten geçerek önce dünya da sadece üç yerde bulunan ve nesli tükenmekte olan Kelaynak Kuşlarının koruma altına alındığı doğal yaşam çiftliğinde bu kuşları görme ve fotoğraflama fırsatı bulduk. kelaynak kuşlarının olduğu devlet üretme ve koruma çiftliğinde bu kuşların bazı farklı özelliklerinden bahsetti rehberimiz. Eşine ihanet etmediği. Eşi ölenin başka bir kuşla eşleşmediği ve bazen de üzüntüsünden intihar ettiğinden bahsetti. Burası Fırat nehri kenarında toprak mağaralar kıyısında harika bir yerdi.
Halfeti
Birecik ve kelaynak kuşları yolunun devamında ise yeni kurulan Halfeti’den sonra eski Halfeti’ye ve Fırat nehrinde kurulan Birecik baraj gölüne geldik. Yine burada da devlet çok masrafla yeni bir ilçe kurmuştu. Şanlıurfa kent merkezine 112 km uzaklıktaki Halfeti, Birecik Barajı’nın suları altında kalan bir yerleşim yeri. Ülkemizde siyah gülün yetiştiği tek yer olma özelliğine sahip Halfeti’nin tarihi geçmişi MÖ 885 yılına dek uzanıyor. Siyah gül ise kavuşulamayan hüzünlü bir aşk hikâyesine dayanmaktadır. Göl suları üzerinde tekne turları yapılan Halfeti’de bu turlarla Rum kale ve tarihi Savaşan Köyü ziyaret edilmiş olunuyor. Bizde muhteşem bir 45 dakikalık tekne turu yaptık. Bu esnada eski şehri, yarıdan çoğu su üzerindeki minareyi ve eski kaleyi vs harika manzarayı İbrahim Tatlıses ve alevi türküsü eşliğinde tekne ile ziyaret ettik.
Rum Kale
Bu kale 3000 yıllık tarihi ile çok mükemmel bir yerdedir. Özellikle gece ışıklandırıldığında harika görüntüsü söz konusudur. Baraj gölü ve çevresi ile sanki cennetten bir köşe eski Halfeti deki Rum kale. Öğle yemeğinde isteyen Halfeti Fırat Yüzer Restoranda bazı şeyler yedi ve çay ile yerli kahveler de içildi. Halfeti'den ayrıldıktan sonra Gaziantep merkeze döndük.
Gaziantep gezisi - Ayıntap Kalesi
Kale-i Füsun ya da Kefen Kalesi olarak adlandırılan Ayıntap Kalesini panoramik olarak gördük. Daha sonra içindeki Gaziantep’in kurtuluş panoramasını da gezdik. Gerçekten kale içinde yeni neslin tarihini tanımaları için çok güzel bir çalışma yapılmış. Mesela İzmir de böyle bir yer ve çalışma yoktur. Daha sonra fotoğrafını çekip kaleden ayrıldık.
Bakırcılar Çarşısı
Gaziantep’te tarihi çarşılar oldukça etkileyici. Tarihin içinde bakır sesleri ile teknolojiye direnen Bakırcılar Çarsısı ülkemizin en büyük bakırcılar çarşısıdır. Buradan Almacı Pazarını, Zincirli Bedesteni görüp Ahi Evran anıtına ve baharat ile antep fıstığı ve her tür muhteşem antep tatlılarının yapıldığı yerlere geldik. Biraz hava soğumuştu tam bu sırada 17.yüzyılda Tekke Camii Külliye binası içinde kahve-kütüphane olarak kullanılan günümüzde ise Tahmis Kahvesi olarak anılan mekânda Sütlü Menengiç Kahvelerimizi içerek kısa bir mola yaptık. Sonrasında Alış-veriş için verilen uzun bir serbest zamanda bakır, baharat, Antep fıstığı, sedef kakma, baklava alışverişlerimizi yaptıktan sonra akşam yemeği için restoranımıza gittik. Gaziantep Kebaphan Küşleme de Beyran çorbası ile küşleme kebabı gerçekten harikaydı ki, çok çeşitli mezeler de cabası. Birkaç Cami gezdik ve namazlarımız da kıldıktan sonra otelimize döndük.
5. Gün (24 Şubat Pazartesi): Gaziantep gezisi -turun bitişi ve dönüş
Sabah otelimizde yine güzel bir kahvaltı sonrasında Şekeroğlu firmasının sahibi Necmeddin beyin harika bir iş adamı portresi olan mücadelesini ve başarısını dinledik. Güzel bir tecrübe paylaşımı oldu. Bundan sonra ekipten 12 kişi olarak Birecik Barajının suları altında kalan tarihi Zeugma Antik Kentinden çıkarılan mozaiklerin sergilendiği Gaziantep Zeugma Mozaik Müzesini ziyaret ettik. Burası 1,5 saatte ancak gezilebiliyordu ki, çok çağlardan beri tuvalet ve banyo anlayışları ile halı yerine kullanılan yer ve duvar renkli resimleri muhteşemdi. Özellikle de çingene kızı adıyla tanınan parça buranın sembolü idi. Ciddi de masraf edildiği anlaşılıyordu bu müze için. Buradan sonra yine Antep çarşısında alışveriş için serbest zaman verildi. Sonrasında ise artık Havalimanı’na hareket edildi. Saat 16.25’de Türk Havayolları tarifeli seferiyle Gaziantep’ten ayrılış gerçekleşti ve yine İstanbul üzerinden akşam 21.30 sularında ekibin çoğu Stuttgartta oldu. Ekibin çok azı da Türkiye de kaldı. Böylece bu keyifli turumuz sona ermişti. Çıra Tur’a, ekibine ve tur düzenleyicileri olan başta Faik beye, Ali Batmaz’a ve İsmet beye çok teşekkür ederiz.
Hoşça kalın!
Hazırlayan:
Dr. Bilal DOĞAN
E-BÜLTEN ÜYELİĞİ
Kampanyalarımız hakkında bilgi almak için lütfen E-Bülten'e Kayıt Olunuz.